29 Kasım 2012 Perşembe

meerkat de var zabre da!! tam bizlik mi ne?? bu arada bakınız sena sıkılınca ne yapıyor, bir de bakın biz neye benziyoruz;






28 Kasım 2012 Çarşamba

ben döndüm yazısı


Ben buralara geri döndüm. Geri döndüm demek terk etmiş olduğumun bir itirafı, evet. Normalde bunu inkar ederdim evet ama ben buraya normalin aksine, her şey güzelmiş rolü yapmak için dönmedim. Çıplak olabilmeye geldim.

Evet başka bir blog kullanıyorum, hatta çoğu açıdan bakıldığında daha hoş olan bir blog. Ama biraz da facebookta paylaşıyor olmanın getirdiği bir özel olamama, ergen bloğuna çevirdim kaygıları oluyor, eş dost okuyor.

Burada çıplak olabilmek istiyorum, her şey aslında SpiritOfCarnage’ın hatta kendi bloğunda da hitabı olan Ruh’un bloğunu okumaya başlamamla başladı. Zaten okuyordum ayrı mesele ama bayağı gerilere gittim, neden, çünkü günde 3 saat kütüphane insanı bozuyor. Dersler 40dk değil ki burada bir saat yani kelimenin tam anlamıyla günde 3 saat işsizim sayın seyirciler.

Neyse ben de özendim, bu kadar çıplak olunabilmeye özendim isyanımı buraya kusacağım efenim.

Gerçi isyan ve melankoli dönemini atlattım gibi. Bu AFS sürecinin inişleri çıkışları var, 3 tepe ve 3 dip nokta. Ben ilk tepeyi ve ilk dibi yaşadım sanırsam. Artık her gün ağlamıyorum artık. Günlerim daha mı rutin, evet ama ona da el attım, çizim kursu falan derken halloluyor. Dili daha oturttum açıkçası, geçmiş şimdiki, geniş ve bitmemiş geçmiş zamanı kullanabiliyorum artık, artikeller dişi ve maskilen kelimeler falan da oturdu gibi. Konuşurken hepsini aynı anda kullanabiliyor musun derseniz o tartışılır ama.

Artık ailemi düşünüyor olmayı kendime suç olarak görmüyorum ve bir türlü kendisine ısınamadığım evin annesinden artık eskisi kadar korkmuyorum. Gerçi korkmuyorum dediğim kadınla konuşabiliyorum, götümlük var mı, var. Alası var.

Ailemin değerini buralarda çok anladım ben blog. Ne aile varmış bende diyorum. Annem annem ah annem. Sürünmek neymiş onu anladım. Hatta getirdiğim günlüğü bitirdim, içinde sayfalarca annem var. Eskiden daha fazla karşılaştırıyordum her şeyi, o yok artık o kadar. Şükür ki yok.

Sonra bir de babam var. Babamı çok yazmadım çünkü bu evdeki baba figürü hoşuma gitmiyor değil. Benim babam da ah kızım canım kızım tavırlarında bir baba değil. Hayır kesinlikle soğuk bir baba değil, içine atan bir baba. Bu yüzden de diğerlerinden, hele kendi babası mesafeli olduğu için çocuğuna adam gibi sarılamayan babalardan çok daha cesaretli.

Onun hakkında da felsefe dersinde bunu yazdım, az hak etmiyor, keşke elimden gelse daha fazlasını yazabilsem.

“nedense aklıma babam geldi. Bir tane o. Ben küçükken benle hiç yukardan konuşmazdı, hep boyuma çömelirdi bana eş olmak için. Elimi alırdı eline ve ‘sen daha çok küçüksün kuş’ derdi. Ne yapmıştım hatırlamıyorum ama aklıma çok kazınmış bir motiftir bu, kendini de çok tekrar eder. Neyse, sonra elindeki elim öperdi, dudakları da hep ıslak olurdu. Çünkü bu sahneden önce büyük ihtimalle yaşımdan büyük bir şey söylemiş olurdum. Sesli gülerdi böyle, çıkan ses hep beni şaşırtırdı, çünkü başkalarının yanında, öyle alelade gülmezdi babam çok kaliteli bir kahkahası vardır, ama attırabilene. Başı geriye gider, sanki okuyormuş ya da çalışmışçasına “a ha ha ha ha ha ha” diye güler, ama yapmacık olmaz çok içten gelir. En azından bana öyle geliyor. Bana çok çabuk çıkıyor bu kahkahası, sonra da geldiği hızla gidiyor. Dudaklarında gülümsemesi kalıyor ama, gözlerinin kenarında da yaş kalıyor, zaten benim yanımda babamın gözleri hep yeşil”

evet blog çok babasının kızıyım öyle böyle de seviyorum onu. Kaç genç kızın en iyi arkadaşı babasıdır ki?

Annem ise... özetlemem gerekirse, ona yazdıklarımı okusaydı annem defteri sakince kapatır, yazılanları hiç üstüne almamışçasına “bunların hepsi senin güzelliğin yavrucum. Sen de beni hiç üzmüyorsun, birbirimizi tamamlıyoruz” derdi.

Öyleler işte benimkiler.